10 Eylül 2008 Çarşamba

MUTLU OLUN



Çok geçmemişti ben daha dün çocuktum...Çok koştum sanırım nasıl da bukadar olgunlaştım :(
Yediğim kocaman hayat tokatlarına "heytttt ulan" bile diyemeden pişmanlıklarından mutlu kocaman bir kadın olmuşum...Etrafta dolanıp ahkam kesenlerden daha mı az yaşadım hayatı ??? elbette hayır sadece dillendirmeyi ve kafaya çakma akıl sokmayı sevmiyorum...Hayat bu dokunamasanda hissederek yaşamayı öğrenmeli insan...
Ben seviyorum böyle flört eder gibi yaşamayı ve eğlenmeyi çünkü derinlemesine herşeyi sorgulayınca küçükte olsa mutlulukları kaçırıyor insan...Sevip zevk aldığım şeylerin peşine takılmayı seviyorum ta ki canımı yakana kadar...Renkli bir çizgifilm karesinde elinde filesi kelebeğin arkasından "kebelek kebelek "diye koşarak yakalamaya çalışan çocuk misali...
Çok yaşanası bir hayatı kendi ellerimizle az yaşanır, bol acılı kıvama getirmeden kendinize gelmenizi diliyorum..."Çok üzgünüm" kelimesinden km lerce uzakta sevdiklerinizle mutlu olmanızı istiyorum...İçimde kendi yaşayamadıklarımı yaşayanları gıpta ile izleme arzusu mu vardır nedir :D


Devamını okuyun...>>

30 Temmuz 2008 Çarşamba

BABASIZ


Kasvetine kurban olduğum geceler ....Duyguların son durağı gün doğumuna kadar çekmecelerde saklanmış ne varsa heleki yalnızsan dökülüverdiği karanlık gecelerin hatrına üç beş mısra ya gelir aklıma ya da sıralarım ruhumdan damlalarımı...Bilirimki kendini tamamlamış ne varsa dökülücek yazılarıma...

Çok geç olmadan ve belkide uyumadan ki ben bilmem uyanamamayı nedendir bilinmez yazmak geldi içimden...Babamı özlediğimi hissettim gene bu gün...Sesleri babamın sesine yüzleri babama benzetmeye başladım gene...İlk rüyamda onu Kabataştan Beşiktaşa doğru yürürken görmüş ölmediğini ama uzak durmak istediğini söylemişti...Ortaköye kadar yalnız yürümüş ve ağlamıştım neden bizden kaçıyor neden ölümle koydu bunun adını diye...

Bu akşam haberlerde dört yaşında bir kız çocuğunun babasının öldüğünü gördüm bu Güngörendeki hayin saldırıda...Annesi diyorki dört yaşındaki kızıma nasıl anlatabilirim...Sanki yirmi yaşında olsa değişicek mi ? Babasızlık babasızlık işde...

Solan çiçek her babasız insan ya da kızlar bilmiyorum...Hayatımın en ağar travmasını yaşadım...Kimi kaybederseniz kaybedin hangi yaşda olursanız olun ama baba kaybının acısını anlatamam...Sadece bildiğim ciğerlerinizin bir yerinde gizli kalmış sıcak kor halinde bir nefes var ve onu veriyorsunuz duyduğunuzda...Hani nasıl aldığınızı bilmiyorsunuz nefeside çıkışında kavruluyorsunuz...

Babamı çok özlüyorum...Bağrıma basacak hiç birşeyim yok...Delilik bu...

Kutsala saldırı bence bir evladı babasız bırakmak...Allahın katında nasıl cezalandırılırlar bilmiyorum ama idam edilmeleri gerekiyor...

Küçücük ellerin uzandığında babaları tarafından tutulamadığı travmalar ülkesi oldu yurdum...

Babamızı almayın ağıtlarına kulak vermeyip ekonomide şunu bunu yaptık diye öne çıkan siyasi liderler yarım kalan anıları veya kırılan, yanan kalpleri nasıl iyileştirmeyi düşünüyorlar...Kriz masası kurarak mı ???

Senin baban şehit oldu yavrum diyerek anlatılan mertebeyi küçücük çocuk nasıl anlasın o babasından çukulata bekliyor o sevgi istiyor sebebini adını bile bilmediği bir savaşta yanlış izlenen politikalar sonucu elinden alınan babasının şehit olması yada cennette olduğunu ona nasıl kabul ettirebilirsiniz ki...

Kocaman yarınlarda yapayalnız bir kız çocuğu...Üzülme yavrum senin baban şehit oldu....Artık Devlet Baba var...Elimizi tutmayan, sevgisini vermeyen ve çukulata almayan Devlet Baba...

Kırık kalpler ülkesi oldu yurdum...Babasız yarımız, bakınca anlamazsınız görmeniz lazım....

....


Devamını okuyun...>>

BEKLERİM



Devamını okuyun...>>

27 Temmuz 2008 Pazar

HER DEM

Herzaman yalnızlıktan dem vurup sarıldığım şeylerde anladım ki iradesizliğimin esiriyim...Sigara zaman zaman alkol, kitap, internet, araba kullanmak ve belkide ağlamak...Ne çok şeyi kaçırıyorum tüm bunları yaparken bu iradesizliğimi yaşarken...En son yüzüme ne zaman yağmur yağmıştı ve ben ne zaman kalabalıklarda kahkahalarla gülmüştüm ...Ne zaman kederler bahçesine dönüştü ilk adımı hüzün olan yüreğim...Öyle yalnızımki ve bu okadar çok içimi acıtıyorki insanlara yakın konuşmamaya çabalıyorum içimdeki acının ateşini yüzlerinde hissetmemeleri için...Oysaki nekadar çokda ihtiyacım vardı omuzlarında ağlamaya...Sanırım ağlamak için yapay omuz çıksa en çok bizim ülkemizde gider...Ne bileyim yediğimiz kazıklardan bahsederken kazık yiğe yiğe uzaklaşmışız insanlardan ve o kazık atanlar hangi ara doğdular da büyüdüler...Onlar da bizim gibi değillermiydi kazık yediler de mi atmaya başladılar peki ya biz kazık yiğen ama atamayanlar iç güveysimi geldik bu dünyaya...Oksijeni emanet mi çekiyoruz içimize ve bünyeye kederi yüklüyoruz...Issız keder limanlarımı bizim yüreğimiz rotasını hiç bir kaptanın bilmediği yalnız kederler rıhtımı...Her dem bizemi ve her keder ....Bu bünyede keder her dem ise bu vatandaş gider...


Devamını okuyun...>>

8 Mayıs 2008 Perşembe

YÜZLERCE YÜZ SEVDİM


Kelimelerimin ardına saklanmayı seçmedim ben .Hayat benim için güzel bir denklem ve ben yukardan aşağıya çöze çöze devam ediyorum.Ara sıra ertelemeler neticesinde belkide çok ilgilenemiyorum ama hep nefesimde soluyorum tüm o ertelemeleri...Güzel cinayetler işliyorum :) kimi zaman içerde yatıyorum kimi zaman firar ediyorum...Rakı bardağında balık olurken dışarda insan olmayı özlüyorum ve silkelenip kendime geliyorum...
Kocaman trabzanlardan kayıyorum ve mercan yeşili aşklara dalıyorum ....Yaşarken sırt üstü bile yüzüyorumda karaya değdiğimde canımı yakıyorum...Kanamalı bir hasta için acil tatil programları seçeneğinden en dingin olanı seçip uzaklaşıyorum...
Çoğu zaman insanların gözlerinin içine bakıp neden burdayım diyorum sanki koşup uzaklaşırken bedenimden başka bir beden çıkacak ve o taze beden de ben hep mutluluklar yaşıyacağım oysa nede çok severim küçük şeylerden mutlu olmayı ...Yoksa o küçük şeylerde mutlu olmadım mı ben mutluluk o değilmiydi ?...Ne bileyim büyük mutluluklar tatmadım ki hiç ben...
Eriyen her buz tanesinin bende anısı var...Kimisi kah içkimde, kah suyumda, kah bedenimde sonlandı ama hepsi bir anı bıraktı...Şimdi düşünüyorum neyi anımsıyorum buzu mu, bana hissettirdiğini mi, yoksa eksikliğini mi ??? Buz ile anlatmak istediğimi neden direkt söylemiyorumda kafa bulandırıyorum bunu bende bilmiyorum...Yüzlerce yüz sevdim de sahteleri bilemedim ben...
Güneş doğuyor, duş alıp yeni günü karşılamalıyım ...Soğuk bir bardak suya bir küp buz atıp yoluma devam etmeliyim...Sokağımın parke taşı olmayan kaldırımında arabama doğru ilerlerken neleri düşüneceğimide bilmiyorum...Hayatımdaki lökosit oranı fazla bu aralar antibiyotik için birşeyler yapmam lazım...Tabii ki kocaman bir köpek bulup karaböceklere havlatmadan önce :D


Devamını okuyun...>>

20 Nisan 2008 Pazar

BİLETÇİ AMCA TREN KALKMASA...


Çok değil ben küçükken sanki 100 yıl evvelsi :) babamla trene binmelere bayılırdım...En çokta gelen biletçiye uzatılıp kesilen bileti geri alma zaferi ile doludur tren seyahatlerim...Babamla en yakın olduğumuz yerdi trenler...O en uzağa giden trene binseydik ve hiç inmeseydik...
En güzel baba trende bana yakın olan babamdı.Sanki o sert adam gider yerine beyninde binbir masal ve hikaye taşanda kendini anlatmaktan alıkoyamayan birisi olur çıkardı...Çocukluk anıları, ilk denize kaçışları,yaramaz tavşan ve daha anımsayamadığım niceleri...Aklımda kalan hep trende trenin istasyona varmaması dileklerim...Ama maalesef o tren gitmesi gereken istasyona hep vardı ve sanki birazda erken vardı...
Rüyamda çocuktum istasyondaydım biletçi düdüğünü çalıyordu tren kalkıcaktı ama babam babam yoktu ...Bağırıyordum Biletçi amca tren kalkmasa babam gelmedi ne olur biraz daha ne olur seneler var görmedim ne olur tren kalkmasa ve uyanmasam ne olur....


Devamını okuyun...>>

19 Nisan 2008 Cumartesi

HIRÇINIM BEN

Hırçınım ben iflah olmaz bir inatçı...Baskı sevmez, kendinden şaşar bildiğinden şaşmaz...Erken yaşamaktan kaderin her adımını yaşım kemale erdi...Ondan bu hırçın tavırlarım...Kaçıp kovalamalarım, kalp acıtmalarım...Acıdan kaçan kalbim saçar çivilerini dilimle olmadık yerlere...Ben hırçınım baskı tanımaz iflah olmaz bir inatçı...Dalgaları duvar gibi duran aslında içinde saklanmaktan yorulan iflah olmaz bir hırçınım ben...Kuytuda kalmış özlemlerini haykıramıyan en fazla ağlayan ama genede çivilerini durduramıyan...Kocaman uykuları kaçıran, kalabalıklara özlemi olan yalnız bir hırçınım ben iflah olmaz bir inatçı...Bir yanım kırılgandır benim içinizi sızlatırım açsam yaralarımı ve işte o dalgalar bana deymemeniz için ve ondan duvar gibi duruşları ve ondan sığlarda olmayışım...Cesareti olan derine gelir ...Gelmezsede kendisi bilir...Hırçınım ben iflah olmaz bir inatçı kaçamıyorum hayattan, kovalamaktan vazgeçtim sevdaları yeni gelmiş bahara daldım ordamısın ve elma dersem çıkar mısın???

Agnus...



Devamını okuyun...>>

GÖZLERİM POLEN DOLDU GÖZ KIRPAMIYORUM


Ne zaman geldiğimi bilmeden olduğum yeri hissederken birde aslında bedenen orda olan benin ruhen orda olmadığımı hissettim...Mıh gibi çakılmışken sahildeki kayaların üstüne elimde ufaladığım simit kırıntıları ve martılardan başka birşey hissedemediğimide anladım...Hüzün dolmuş bedenim biraz daha yaklaşsam denize karışacağımı biliyordum...Bir ruh bukadar kırılgan bukadar mı ağlamaya müsait olurmuş...Olurmuş...Uzaklarda kocaman bir yelkenli aslında bir susam tanesi kadar gözüküyordu. Peki ya ben ben ordan görünebiliyormuydum...Aslında o yelkenliden daha büyüktüm ben kocaman yangınlar yanıyordu bedenimde sanki ufku ben aydınlatıyordum burasıydı gün batımı o batan güneşi kıskandırıcak bir ateştim ben...Koca güneş tüm varlığı ile gezegen bile değilken ben insanmıydım...Döngüsünde takılmış ruhum adım atsa sıçrarken geride ne bırakıcaktı...Acı mı ? Bu bana yakışırmıydı...Ben buraya neden gelmiştim elimdeki ezilen simit için didişen martıları seviyorum onlar kadar kalabalık değilim ve onlar kadar bol kahkahalı ...Oysa ölsem martı olacaktım ben ...Hep onlara özenmemişmiydim o beyazlıklarına ve kalabalıklıklarına...Ama bu kederle olamam martı bile olamam kahkahamdaki acıdan ele veririm kendimi ...Alın elimden simitleri gücümü buraya gelirken harcadım ...Gözümü ayıramıyorum o yelkenliden kimler neler yaşar orda neden ordalar ??? Mutlular mı yoksa yalnızlar mı ??? Güneş sen neden yanıyorsun? seni kim acıttı ? ... Gökyüzüne dönen bakışlarımla üstümdeki maviliğin geceye olan hazırlığında ağlamak geliyor içimden ama ağlıyamıyorum içime akıyor bişeyler genzimden süzüle süzüle ...Savurdum simitleri sahile el salladım güneşe orda güneş burda ben battım ama ağlıyamadım ... Canım yanıyor bahanem hazır gözlerim polen doldu göz kırpamıyorum...Yarın akşam aynı yerde hoşçakal güneş, hoşçakalın martılar ve burda bıraktığım bilmem kaçıncı yalnızlığım....Şahitliğiniz bitti özgürlüğe kavuşup kocaman nefesler alıp gözlerimi acıtan polenlere inat ilkbahara yürüyorum...
Agnus...


Devamını okuyun...>>

10 Nisan 2008 Perşembe

SUSUYORUM


Susuyorum…

Umuda açılan tüm kapılarımı kapatıp,

ıssız bir köşede karanlığa gömülüyorum!

İçimde bir kız çocuğu var,

duyuyorum sesini…

“Hadi gel, oyna” diyor,

“Ben artık oynayamam” diyorum.

Sesi uzaklaşıyor…

Uyanıyorum…

Yine karanlık, yine sessizlikteyim.

Kapılarımı açan olmamış, hala kapalıyım!

Aklıma bir cümle geliyor, kimbilir nerede okuduğum…

“En büyük acılar bile 21 gün sürermiş!”

Bu kaçıncı 21 gün?

Neden hala devam ediyor?

Neden 21 gün ve bu 21. gün neden gelmedi bana hiç?

Sorular soruları kovalıyor ama ne bir cevap var ne de değişen birşey…

Kalp yas tutar(mış),Göz yaş tutar(mış),Aşk tutulmaz(mış).

Bende tutamadım aşka dair umutlarımı odalarımda…

Onlar açık kapılardan çıktı, gitti ve ben sadece kapıları kapatabildim arkalarından!

Susuyorum…

Bütün beklentilerimi asık bırakıp havada,

Karanlığın çığlıklarında,

Sensizliğin sessizliğinde uykuya dalıyorum…

Bir ses olsa uyansam!

-alıntı-


Devamını okuyun...>>

21 Mart 2008 Cuma

HAYALCİ

Küstüm ben ... Çok sıkılıyorum...Şimdi gözümü kapasam ve açtığımda Ağustos sıcağında bir akşam üstü esintisinde, bir kumsalda batma yoluna girmiş güneşi gözlerim acımadan izlesem...Sonra hayal bu ya yanı başımda kumların içinden bembeyaz bir papatya açmış olsa önce seyretsem sonra seviyor sevmiyor derken önce hangisiyle başladığımın hesabına koyulmuşken seviyor çıksa....Buz tanesi olmadığım için mutlu ama buz dolu bir havuzda serinleyemediğim için buruk, güneş batarken soğuk birşeyler içme arzusuyla şöyle bakınsam etrafa acıtmasa da gözümü almış güneşin hafif körlemesiyle elime almışsam da soğuk içeceği ve Ağustosa bağlıyorsamda bu içsel yangını gene sensizliği anımsayacağım gene ciğerlerimde gizli köşelere saklanmış acı nefeslerimden birini vereceğim ve gene kollarım tutmaz ruhum tat almaz olacak....
Ne yana koyayım ben bu kalbimi ya da bu içimdeki kırılmış ruhu...Bedeni serinletmek en kolayı Ağustos ve çöl sıcağı olsada kutuplardaki yanardağ yüreğim...Dışım soğuktur benim peki ya kalbim....Varsa biryerlerden sipariş edin kalp serinletme için en ideal ne varsa tüm haklarını satın alacağım...Zamanı gelmeden durmadan bu kalp yokmu bir yardım sever...En kolayından sevabına bir FOŞŞŞŞŞŞŞ.....


Devamını okuyun...>>

HİÇ YAŞANMAMIŞ


Hiç yaşanmamış ....
Hiç yaşanmamış mısralara dökerken göz yaşlarımı
Önceden kalma acı ayak izlerine basmama telaşı
Sen çok uzaktaki içimde nefes alan
Sandığın kadar ne kolaydım nede zordum
Hiç yaşanmamış mısraları sana saklıyordum
Saklanmam senden değil kendimdendi
Okadar acıdıki bu kalbim
Okadar kuytularda bırakıldım ki
Ne sarabildim seni
Senin istediğin gibi
Ne de kendimi sevdirdim
Dilediğim gibi
Hiç yaşanmamış mısraları sarmalama telaşı
Sarıp sarmalama kaldırma ağlaması
Kalbimden yok olma muhtırası....
Severim de giderim de biterim de
.....



Agnus....


Devamını okuyun...>>

17 Mart 2008 Pazartesi

KAYBOLUYORUM....

Koskocaman dondurma külahından akan damlayım ben...Yandan bir başına belirsizliğe uzayan külah boyundan tamamen yerçekimine karşı koyamama bu...Oysa kendini tamamlama değil ya da sıkılmış bir damla akışı değil...Tamamen kaba sığamama anlaşılamama ve adapte olamama...
Ya yalanacağım ya da kayıp kaybolacağım...Netice itibariyle ordan da bakılsa burdan da bakılsa kaybolacağım...


Devamını okuyun...>>

2 Mart 2008 Pazar

UZAK


Devamını okuyun...>>

29 Şubat 2008 Cuma

GÖRSEL


Magnetic Ink, test render 01 from flight404 on Vimeo.


Devamını okuyun...>>

BİLMEM


Ne yapacağını bilmez hallere sürüklendiğimizde ne yapacağımıza karar verdiğimiz anda yinede birilerine yada kendimize dahi zarar verebileceğimizi unutmamalıyız..."Ben ne yaptım ?" dememek adına kendini bilmez hale gelirkenki adımları iyi anımsamak lazım ki tekrar aynı duruma gelmiyelim...Canını en çok kendine verdiğin değil sevdiklerine verdiğin acı yakmıyor mu ?


Devamını okuyun...>>

ANLAMLAŞTIRMA TAKINTISI

Çok hızlı geçişler yaşatıyor beynim bu aralar kalbime ve ruhuma ...Olmadık hatırlamalarla kah mutluyum kah üzgün...Bu arada "a" harfi üzerine inceltme işareti yapamamak anlatımımda yaratmak istediğin ince estetiği bozuyor ...Siz o "a" ların üzerinde inceltme işareti varmış gibi yapın...
Nekadar çok varmış gibi yapıyoruz...Maskelenmiş tüm bize değmelere maske yokmuş gibi yapıyoruz ya da ( da yı ayırmaktanda nefret ediyorum ) safa yatıyoruz...Elimize ne geçiyor kocaman samimiyetsizlik....
Havalarda kararsız ruh halimi etkiliyor bu ....Bir 4 bir 19 derece olurmu hiç hava ....Neden tüm anlamsızlıklar içinde dengesiz olmaya en çok hakkı olan şeyden aslında istikrar bekliyorumki...İnsan neyi bozsa dengesizleşiyor birde bunu yapmıyormuş gibi davranıyoruz....Hava işte bozduk dengesini....Ağzı yok dili yok ...Somut görüyoruz soyut yaşıyoruz ama ne hissettiğimizi anlamlaştırıp kelimelendiremiyoruz...Neye çok takarsak eğer bilgi sahibi değilsek dengesini bozuyoruz işte....
Offf ceketimi sırtıma alıp gidesim var aslında...Eylem ceketle anlatılınca hani cidden bu kız sıkılmış mı dersiniz oysaki o resimde sırta alınan ceketten hiç olmadı benim...Çanta yada en anlamsızından dertlerimi sırtıma alıp gidesim var buralardan...Biliyorum bilgiç bilgiç sen istediğin kadar uzaklaşsanda dertlerin seni bırakmaz diyeceksiniz...O yüzden sırtıma onları alıp gidicem ...Sanırım beynime uyguladıları basınç canımı yakmaya başladı bunu kalbimde hissedebiliyorum....
Birşey anlamamak ne güzelmiş...Yaşasın fransızca şarkılar ....Kahrolsun buna bile anlam yüklemeye çalışan zihnim....


Devamını okuyun...>>

16 Şubat 2008 Cumartesi

FRANCOIS FELDMAN



Les Valses De Vienne

Du pont des supplices
Tombent les actrices
Et dans leurs yeux chromés
Le destin s'est brouillé

Au café de flore
La faune et la flore
On allume le monde
Dans une fumée blonde

[refrain]*
Maintenant que deviennent
Que deviennent les valses de vienne ?
Dis-moi qu'est-ce que t'as fait
Pendant ces années ?
Si les mots sont les mêmes
Dis-moi si tu m'aimes...
Maintenant que deviennent
Que deviennent les valses de vienne ?
Et les volets qui grincent
D'un château de province ?
Aujourd'hui quand tu danses
Dis, à quoi tu penses ?

Dans la rome antique
Errent les romantiques
Ees amours infidèles
S'écrivent sur logiciels

Du fond de la nuit
Remontent l'ennui
Et nos chagrins de mômes
Dans les pages du grand meaulnes

Şarkının türkçe çevirisi:

Azap köprüsünden atlar
Aktrisler
Krom kaplı gözlerinden
Kader uzaklaşır

Flora kafesinde
Flora ve fauna
Sarışın bir ateşle dünyayı yakar

Şimdi noldu?
Noldu viyana valslerine
Söyle bana
Sana noldu
Bu yıllarda
Eğer kelimeler aynıysa
Bana beni sevip sevmediğini soyle
Şimdi noldu?
Noldu viyana valslerine
Ve tasra da pencere pervazlari
Gıcırdayan şatoya
Söyle şimdi dansedince
Kimi dusunuyorsun?

Eski romada
Romantikler aylak aylak dolaşır
Sadakatsiz aşklar
Yazıtlara yazılır

Gecenin dibinden
Yükseldi gene can sıkıntısı
Ve cocukluk sıkıntılarımız


Devamını okuyun...>>

SAHTELİK


Hep cümleleri dinlerken kelimelerde gizlenenlerin peşine düşerim...Detaylarda gizlenenleri anlama cabası...Sanırım insanların söylemek istediklerini direkt söyliyemediklerini gözlerindeki samimiyetsizlikten anlıyabiliyorum...Soramıyorum da sanki inciticem oysa incinen benim :)...Nezaman bu samimiyetsizlik düştü insanların içine ve sanki doğalmış gibi yerleşti...Normalden uzaklaşanları normale çeviricek bir makina nezaman bulunur acaba...Bence ışınlanmadan daha çok ihtiyaç var buna :)

Tüm sahteleşen insani tavırlara rağman kar yağıyor dışarda... Mevsimsel bir normallikte olsa geçmişten bir dostu görmüş gibi oldum...Umudum dünyaya dair insanlık kredim bitmek üzere .Yine baharlar gelicek yine papatyalar açacak, hanımellerinin, yaseminlerin huzur veren kokusu yurduma yayılacak ...Tüm sahteliklere karışıp anlayanların, hissedenlerin içine dolucak...


Devamını okuyun...>>

PAPATYA



Devamını okuyun...>>

3 Şubat 2008 Pazar

BİTİR


İçinde kaldınmı duygusallık adım adım dolandırıyor bahçesinde insanı ....Silkelenmek elindeyse silkelen çık git bir komedi filmi izle ama ağlama...Biten olayları zamanında bitirememe durumlarındaysan bitir...Sonrasındaki yaşananlar güzel anımsayacağın anıları dahi kirletiyor...Bir gitarın en çok dokunulan notası olmuşsa kalbinin acı veren bölümü kopar at o teli...Yenisi takılana kadar dokundurtma kalbine...Sen iyisimi giy botlarını, al arabanın anahtarını çık o kaldığın kuytulardan ya yağmur yağsın yüzüne yada sen yağ yeryüzüne ama sonlandır ...En acısı beyninde sonlandıramadıkların bunu unutma emi....

Agnus....

Biraz sev düzelir...



Devamını okuyun...>>

2 Şubat 2008 Cumartesi

KAÇASI GÖÇESİ HEP Mİ OLUR BİR İNSANIN ???


En güzel basamaklarındaydım oysaki hayatın paldır küldüresi bir düşüş nerden çıktı şimdi...Burumburum buruşturup bir kenara attığım A4 kıvamındaki hüzünlerimin ortasında buldum kendimi...Güven söylenince nekadar da saraylı bir kelime onur, gurur ve güven....
Her seferinde insanlara dair umudum oldu benim...Hiç yediğim kazıkları, aldatılışlarımı yada incitilmelerimi düşünmedim tanımadıklarıma bile değer verdim...Verdim de ne oldu ? Torunlarıma dahi anlatamıyacağım hayatsal acı tecrübeler olarak bana geri dönüşü oldu...Yok anlatamamam sanılası bir müstehcenlikten değil tamamen kişisel safiyane hallerimin içler acısı durumuna gülen veletler görmek istemiyorum...
Ben farkında olmadan havaya, insanların kendileri için bir nebze dahi kötülük düşünmeyenlere haksızlık etmelerine sebep olacak bir gaz falan mı sıkılıyor :(
A sosyal bir kültür mantarı olasım var ....
Agnus...


Devamını okuyun...>>

15 Ocak 2008 Salı

SAHİBİNİ ARIYAN MEKTUPLAR

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR -1
Geceydi...Bütün insanların çırılçıplak olduğu bir zamandı. Onları düşünüyordum; gümüş tepsilerdeki kristal kadehlerden zamanı yudumlayan insanları düşünüyordum. İrili ufaklı aynaların karşısında enseleri bembeyaz kadınlar boyanıyordu. Uzun uzun parmakları vardı kadınların. Öpülmeye alışmış olgun dudakları vardı. Kocaman kocamandı kalçaları. O kadınları düşünüyordum.

Bir kurt bir geyiği kovalıyordu yüreğimde. Geyik soluk soluğaydı, yorgundu, bitkindi. Karların üzerinde akıp giden bir yıldız gibiydi. Koşuyordu. Koşmak kurtuluş değildi belki, ama bir ümitti. Koşmalıydı.

Oysa birer namlu ağzıydı kurdun gözleri. Avına güvenle, şehvetle yaklaşıyordu. Yeni bilenmiş, sedef saplı bıçaklara benziyordu dişleri , bütün dileği et ve kandı. İstese geyiğe hemen yetişebilirdi, ama uzasın istiyordu bu şehvetli koşu, bu bütün damarlarına yayılan sarhoşluk bitmesin istiyordu.

Ben seni düşünüyordum. Çünkü geceydi. Sevişme zamanıydı insanların. Yalnızdım. Beni kuşatan duvarlar birer beyaz çarşaftı bu saatte. Kapılar tüylü, yumuşak battaniyelere benziyordu.

Ben seni düşünüyordum. Kim bilir ne güzeldin soyunduğun zaman? Nasıl kadındın? Nasıl öpüşürdün kim bilir? Nasıl kadın kadın kokardı her yerin? Tutup avuçlarıma sığdırıyorum seni, gözlerime, dudaklarıma sığdırıyorum.

Sensiz kahrolmak vardı. Seninle yaşamak vardı dolu dizgin. Seninle her gece birbirimizi yenilemek vardı odalarda. Odalara sığmamak vardı. Bir sel gibi taşmak vardı gecelerden.

Elimi uzatsam tutabilirdim seni. öyle yakındın. Zamana kokun sinmişti. Belki de uzaktan günlerce koşsam yetişemezdim sana. Zamana kokun sinmişti.


Tuttum resmini indirdim duvardan.


Duvar ağlamaya başladı.....


Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR -2
Aramak... Ömür boyunca aramak... Yalnız seni aramak.. Paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, ağaç diplerinde, sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak. Belki bu şehirde değilsin. Ne çıkar? Seni arıyorum ya. Belki de aynı sokakta evlerimiz, sabahları beni görüyorsun işime giderken. Sonra akşamı bekliyorsun, alacakaranlığı... Beni bekliyorsun yada bir başkasını, bir başkasını…Hiç gel demeyeceğim sana.. Aramak neredeyse ben oradayım. Ayaklarım ne güne duruyor? Yok yok birden karşıma çıkma. Kaç saklan. Seni aramak istiyorum. Git bu şehirden haydi git. Dağlara çık, o uzak dağlara. Rüzgarların krallığında hüküm sür. Baktın ki oraya da geldim, yine kaç. Başını al açıl denizlere. Gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana götürmeli seni, dilediğin yerde demir atmalı. Ben küçük bir balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter. Seni arıyorum ya! Bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara kadar aramalı insan, ama ne aradığını bilmeli. Yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından. Okyanus dalgaları üstünde bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli. Yalınayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar kesip kanatmalı. Çöllerden geçmeli yolu, yanmalı kavrulmalı. Sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli. Buzlar kırılmalı ayaklarının altında, üstüne kar yağmalı. Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni. Ayaklarını Afrika'dan getirip bir kağıt üzerine yapıştırmalıyım. Saçların Sibirya’da olmalı dudakların Çin’de. Gözlerin Hindistan'da bir mabudun gözleri olmalı. Ellerin İtalya'da bir heykelin elleri. Bulursam seni parça parça bulmalıyım.
Yine de bir yerin eksik kalmalı.
Yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım. Ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim..
Ümit Yaşar OĞUZCAN

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR -3
Gelme diyecektim, geldin. İyi ettin geldiğine. Neredeyiz? Bir şehir yanıyor, dikkat et. Tutuşabiliriz. İşte ilk ateş gözlerine düştü, sonra dudaklarına, saçlarının arasına kıvılcımlar doldu ışıl ışıl. Yanıyorsun, yanıyorum, yanıyoruz.
Aranmakla yetinsek bunlar gelmeyecekti başımıza. Yine de memnunum. İyi ettin geldiğine. "Taş olup kalmaktansa, ağaç olup yanmak iyi." Ellerini ver, ellerini. Öpüşmeye susadım. Tırnak uçlarından öpmeye başlayacağım seni. Titreme, yanıyorsun.
Koluma yat, sağ erkek koluma, güçlü erkek koluma. Dağılsın saçların, bırak. Nasıl olsa onları da öpeceğim tutam tutam. Kulak memelerini, gür kaşlarını, dudaklarını da öpeceğim. Dolgun dudaklarını seven, gözlerini, artık yaşamıyoruz. Belki de yaşamak bu, bizim bilmediğimiz.
Öyleyse yeni yeni başlıyoruz yaşamalara, derin nefes almalara, o ölümsüz olmalara.
Bir ekşi elma ısırıyordum, dişlerim kamaşıyordu omuz başlarını gördükçe ve biraz sen oluyordum sevdikçe, sevişdikçe.
“Işığı söndür” diyordun, inadına yakıyordum. Yalvarıyordun, çıldırıyordum. Hiç ağlamadın. Ağlasan ne değişecekti. Ama ağlamadın işte yükseldin, yüceleştin. Tanrılaştın bir yerde. Öyle güzeldin anlatılmaz.
Alnımdan ter boşanıyordu, saçlarım yapış yapış olmuştu. Yüz merdiven inip yüz merdiven çıkıyordum bir dakikada. Derin bir kuyudan su çekiyordum. Bir mağara ağzından sana sesleniyordum. Karanlıklar içinde birbirimizi aydınlatıyorduk.
Sağır bir zamandı yaşadığımız. Sağır ve merhametsiz. Kör bir geceydi yumruklayan kapıyı, kör ve dilsiz.
Artık hiç sönmeyecektik biliyorum....
Ümit Yaşar OĞUZCAN

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR -4

Senden hiç ayrılmamak vardı. Zamanı durdurmak, bütün saatleri parçalamak vardı. isyan içindeydim. Neydi bu çaresizlik? Bizi çepeçevre saran bu dört duvar neydi?

Bir ara Tanrıyı düşündüm, peygamberleri, dinleri, kitapları düşündüm. Boş inançlarımız mıydı çaresizliği yaratan? O bizim eserimiz miydi? Öyleyse neden bizden büyüktü, güçlüydü?

Bunca yıl neyi aramış, kimi özlemiştim? Madem ki benim olmayacaktın, neden seni karşıma çıkardılar? Kim yaptı bunu? Bu kötülükler kimin eseri? Tanrının işi yok da bizi mi görsün? Öyleyse kime inanacağız?

O kitaplar ki sabırdan bahsediyor. Ama ne kadar? Nereye kadar?

O dinler ki duadan bahsediyor. Kime, niçin ve ne zaman?

O peygamberler hiç sevmediler mi?

Ben sana inanıyorum kitaplara değil.

Ben seni istiyorum. Dua değil. Sabır değil.

Artık gideceksin, biliyorum, vakit geç oldu. Yatakta izin kalacak, havada kokun ve yastığın üzerinde bir iki tel saçlarından. Telaş içinde giyinmeye başlayacaksın. “Çoraplarında eğrilik var” diyeceğim, düzelteceksin. Dudaklarını boyarken, eğilip ensenden öpeceğim. İçin sevgiyle dolacak. Gözlerin ışıl ışıl “üzülme, üzülme diyeceksin, yine geleceğim.”

Ya gelmezsen? Hayır hayır geleceğine inanıyorum. Yine gideceğini bilmek kötü. Dayanılmaz bir şey bu.

Hatırlıyorum; elini uzattın, “Allahaısmarladık” dedin ve gittin. Gözden kayboluncaya kadar baktım arkandan, sonra kapıyı kapattım, bir başka kapı açıldı yalnızlığa.

Yürüyemiyordum, oturamıyordum. Yattım, uyuyamadım. Sanki yerçekiminden kurtulmuştum, boşluktaydım, ağırlığım kalmamıştı.

Elimde, tam nabzımın üzerinde bir saat işliyordu her şeyden habersiz. Çıkardım, duvara çarptım, parçalandı ve durdu.

Fakat sadece saatin sesiydi kaybolan.

Yoksa zaman ilerliyordu...

Ümit Yaşar OĞUZCAN

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - 5

Ayrılık diye bir şey yok. Bu bizim yalanımız. Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var. Şimdi nerdesin? Ne yapıyorsun? Güneş çoktan doğdu. Uyanmış olmalısın. Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? Öyleyse ayrılmadık. Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.

Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. Önce beklemekten. Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan. İkisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın.

Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini…

Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, kanunlara saygı göstermesini, insanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar. Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun.

Ya o? Ya o? İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor, saadet bekliyor yaşamaktan. Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık. Aradıklarının çoğunu bulamamış, beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak göçüp gidiyor bu dünyadan. İşte yaşamak maceramız bu.

Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak ve yaşayıp beklerken ölmek!

Özleme bir diyeceğim yok. O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası. O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı. O tek güzel yönü bekleyişlerimizin.

İnsanlığımız özleyişlerimizle alımlı, yaşantımız özlemlerle güzel.

Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin. Bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem. Bir ışığı var. bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz.

Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; seni özlediğim içindir. Beklemenin korkunç zehiri öldürmüyorsa beni; seni özlediğim içindir. Yaşıyorsam; içimde umut varsa, yine seni özlediğim içindir.

Seni bunca özlemesem; bunca sevmezdim ki!

Ümit Yaşar OĞUZCAN

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - 6

Bugün bir yalnızlığa düştüm yine. Başımı ellerimin arasına aldım, sessizce ağlamaya başladım. Önümde yarıya gelmiş bir konyak şişesi “beni iç” diye fısıldıyordu, “beni iç”. Sonra yalvarmaya başladı: “Ne olur” dedi. “Ne olur haydi iç beni”. Bir bardak doldurdum, tepeme diktim. Şişe rahatladı, sustu. Hani ellerimiz birbirine değince nasıl oluyorduk? İşte öyle oldum. Hani bakışlarımız buluştuğu zaman, bir başka türlü atması vardı yüreklerimizin. Onu hatırladım.

Sonra bir tren hareket etti. Sabahtı. Karşı karşıyaydık. Konuşuyorduk. Ben sevmek diyordum durmadan. Gözlerim gözlerine soruyordu. “Seviyor musun?” diye. Hep evet diyordu gözlerin, ellerin, dudakların hep evet diyordu. Oysa ki bir çok hayır diyen insanlar vardı çevremizde. Örneğin: bir çocuk hayır, diyordu, bir kadın, bir adam, bir başkası hayır diyordu. Hayır`lar arasında ezilmeye mahkumdu evet`lerimiz.

Tren ilerliyordu. Gözlerin gözlerime soruyordu ne olacak diye. Sigara üstüne sigara yakıyordum, kadeh kadeh içki içiyordum; fakat bilmiyordum ben de ne olacağını. Bizi sürükleyen bir akıntıydı. Durduramazdık onu, hükmedemezdik ona. Bir anafora rastlayıp yok oluncaya kadar akıp gidecektik işte. Peki anafor nerdeydi? Uzak mıydı? Belki çok yakındı kim bilir. Biz onu göremeyecektik. O gözlerimizi kör ettikten sonra saracaktı bizi buz gibi kollarıyla.

Tren ilerliyordu. Pencereden deniz görünüyordu. Denize akşam güneşi vurmuştu. Renk renk kayıklar gördük kıyılarda. Denize taş atan çocuklar gördük. Uzakta bir balıkçı ağlarını topluyordu.

Ve tren ilerliyordu. Kadere yaklaşıyorduk. Bir alacakaranlık bastı zamanı. Gözlerim gözlerindeydi. Ellerini tuttum. titredin. Acı acı bir düdük öttü. Bir şeyler koptu içimizden.

Sonra tren durdu, indik, yollarımız ayrı ayrıydı.

Şimdi o gün verdiğin yalnızlığı yaşıyorum...

Ümit Yaşar OĞUZCAN

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - 7


Burası büyük şehir, günahkar şehir, o vurdum duymaz, o deli dolu şehir. Ben bu şehirde sensiz yaşayamam. Bir gün kanıma girer şu kalabalık, şu caddeler, şu tıklım tıklım gazinolar. Burası şarkılar şehri, resim gibi kadınlar, kadın gibi erkekler şehri. Ben bu şehirde yaşayamam.
İnsan bir vapur olmalı bu şehirde, bir tramvay olmalı, bir otomobil olmalı. En iyisi bir bulut olmalı, gelip evinin üstünde durmalı. Madem ki bulut değilim; ben bu şehirde sensiz yaşayamam.
Şehirler de insanlara benzer. Gövdeleri, ayakları, dudakları, gözleri vardır, yürekleri vardır, kocaman kocaman elleri vardır. Bu şehrin yüreği sende çarpıyor. İnsan, sana kan taşıyan bir damar olamayacaksa; bu şehirde yaşamamalı. Çekip gitmeli.
Şehirler de insanlara benzer. Duyguları, açlıkları, uykuları vardır, kinleri ve nefretleri vardır, aşkları vardır, büyük. İnsan aşık değilse, bu şehirde yaşamamalı, çekip gitmeli.
Şehirler de insanlara benzer. İnsan bir şehir olmayacaksa, senin içinde yaşadığın; artık yaşamamalı buralarda, çekip gitmeli.
Bir gününde dört mevsim var bu şehrin. Her sokağında bir dünya var. Bütün sefaletiyle, bütün çirkinliği ile, bütün orospuluklarıyla bu şehir baştanbaşa sevgi.
Bu şehir baştanbaşa sen.
Bu şehirde sevmeyen, ya da seni tanımayan yaşadım demesin.
Ölüler susmasını bilmeli.

Ümit Yaşar OĞUZCAN

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - 8


Bana çılgın diyorsun, seni sevdiğim için. Yanılıyorsun, sevmek çılgınlık değil. Sevmek insan tarafımızı bulmamızdır bence. Biraz da yaklaşmamızdır Tanrıya zaman zaman.

Dünyada sevmeyenlere, sevemeyenlere acımalı. O ot gelip, ot gidenlere acımalı. Sevebilen insan kendini keşfetmiş insandır. Talihli insandır. Çektiği bütün acılara rağmen; mutlu, kıvançlı insandır o. Aşktır yücelten bizi ve derinliğimiz aşktandır. Gerisi boş, yalan.

Aşksa, sevmektir. Durmadan, nefes alırcasına sevmektir.

Sevmekle sevilmek ayrı şeyler... Sevilmeyi çoğaltmak, ona bir başka şekil vermek, daha da yoğunlaştırmak onu elimizde değil. Oysa ki sevgimizi dilediğimiz gibi yoğurabilir, dilediğimiz şekli verebiliriz ona.

Derinlikse derinlik, yükseklikse yükseklik, genişlikse genişlik.

Sevmekte gücümüz var, irademiz var, aklımız var. Biz varız sevmekte. Sevmek yaratmaktır bir bakıma. Sevilmekse yaratılmak.

Demek ki biz seninle birbirimizi yaratıyoruz durmadan. Sen beni yarattıkça güzelsin işte ve ben seni yarattıkça güçlüyüm, daha bir insanım.

Beni sevmeseydin yine bir şey değişmeyecekti benim için. Sen biraz eksik kalacaktın biraz sen kaybedecektin. O kadar.

Şimdi insanların en güzeliyiz, en iyisiyiz elbette. Seviyoruz seviliyoruz.

Sevgimi anlamadığın ve ona saygı göstermediğin anda ölebilirim. Karşılık vermediğin anda değil.

Birbirimizi yeniden yaratmaya devam edelim.

Ümit Yaşar OĞUZCAN

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - 9


Kimdi o? Yanındaki kimdi? Ne konuşuyordunuz? İşte buna dayanamam. Kahrolurum.

Dün gece ne yaptın? Nereye gittin? Ah otursaydın, beni düşünseydin ya? Eğlenebildin mi bari?

Yatarken ne okudun? Sonra iyi uyuyabildin mi? Rüyanda neler gördün? Söylesene.

Anladım artık beni sevmiyorsun. Sevdiğini sanmakla yanılmışım.

Zaten çirkin bir adamım ben, sinirliyim, kıskancım. fazla hisliyim. Suçluyum. Kendimi sevgilerimin bencilliğinden kurtaramadım. Zayıf, bencil bir adamım öyleyse.

Sonra yalancıyım, iki yüzlüyüm. Seninle konuşurken seninle yatmayı düşünüyorum. Sevgiyle elini tuttuğum zaman, aslında kalçalarını tutuyorum. bilmiyorsun.

Kendime göre hesaplarım var benim. Yanımda olman gurur veriyor,sevinç veriyor bana. Fakat sana kimse bakmasın istiyorum, kimse konuşmasın seninle. Hep benim ol, durmadan benim ol. Günün her saatinde ve ölünceye kadar benim ol.

Beni seviyor musun? Evet mi? Öyleyse söyle. Kimdi o? Yanındaki kimdi? Nereye gidiyordunuz?

Seven zalimdir biliyorsun, aşk egoisttir. Sen zalim olma. Anlamıyorsun, anlamıyorsun... Biraz anla beni.

Sana sitem etmeyeceğim artık. Bütün suç benim. Seni bu kadar sevmemeliydim. Şu köhne ve utanmaz dünyada ne bir kimse bu kadar sevilmeye değer, ne de bir kimsenin bu kadar sevmeye hakkı var.

Kendimizi ne sanıyoruz? Biz kimiz? Sus cevap verme. Teselliye ihtiyacım yok.

Seni bu kadar sevmenin cezasını kendime ödeteceğim. Göreceksin...

Ümit Yaşar OĞUZCAN

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR -10

Dün bir şiir daha yazdım senin için. Önce tuttum karşıma oturttum seni, konuşturdum, güldürdüm, ağlattım. Her halin hoşuma gidiyordu. Kadındın, ama önce insandın. Güzeldin, ama önce iyiydin. Elbette seni yazacaktım, senin için yazacaktım.

Bana “çok yazıyorsun” diyorlar. Bir insana “sen çok yaşıyorsun, öl artık” denir mi? Benim yaşamam ve şiirim birbirinden ayrı şeyler değil ki! Yaşarken şairliğimi yaşıyorum ben.

Yürürken, konuşurken, sevişirken hep şairliğimin içindeyim, o da benim içimde. Birbirimizi tamamlıyoruz durmadan.

Sen hiç denize baktığın zaman bir orman gördün mü? Dağların gökyüzüne en yakın olduğu yerde yeraltı nehirlerini düşündün mü hiç? Öpüşürken, sevişirken açların, yoksulların yüreği çarptı mı sende? Güldüğün zaman Afrika`da isimsiz bir zenciyi hatırlayıp, onun büyük acısını duydun mu derinden?

Senin o güzel gözlerin bende yalnız seni görüyor. Seviyorsan beni seviyorsun, beni istiyorsun benden. Oysaki ben sende bütün insanlığı, güzelliği seviyorum. Al gözlerimi de kendine bir benim gözlerimle bak. Gör, ne kadar erişilmez, ne kadar yüce olduğunu.

Her maddenin bir atomu olduğu gibi bir şiiriyeti de vardır. Bilgin atomu parçalayan, sanatçı ise şiiriyeti bulan, işleyen ve onu sanat haline getiren insandır.

Şiir bir köprüdür madde ile ruh arasında. Şiir güzelliğin en yoğun ifadesidir ve nefes alışıdır duygularımızın.

Atom gücü, elektik gücü gibi bir de şiir gücü vardır dünyada. Sanatçı bu gücü ellerinde tutan kimsedir işte. Onu şiir, müzik, heykel ve resim haline getiren mutlu kişidir o.

Her zaman, her yerde söylemişimdir. “Hayatımdan şairliğimi çıkarırsanız geriye önemli bir şey kalmaz” diye.

Yazmamı bana çok görmeyin.

Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR -11
Korkuyorum. Ölmekten mi? Hayır, yokluktan. Ölmek nihayet birkaç dakikalık mesele. Yürümek, uyumak gibi basit bir şey. Ama yokluk; ölüm. Evet ölmek ve ölüm ayrı şeyler bence. Biri sonun başlangıcı biride son ve yokluk. Ölmekte şiir var, duygu var, anlam var. Ölüm, sadece karanlık ,boşluk, anlamsızlık.

Doğmak başlangıcı yaşantımızın ve çilemizin. Ölmek. Sonu. Ölümse; öldükten sonraki zaman. O dizgin vuramadığımız at, asla sahip olamadığımız kadın.

Ölmek elimizde, ölüm tanrının sırrı, bedeli, varoluşumuzun.

Ölümsüz olmalıydı ölmek dünyada. İnsan dilediği anda ölmeli, dilediği anda yaşamalıydı.

Ölümün gelmesini bekleyenler, ölmeyi bilmeyenlerdir. Yaşamamız tanrının bileceği bir şey, zamana hükmeden o, ölüme hükmeden de o. Yalnız ölmek bizim. Onunla yetinmek kalmış bize bu ölümlü dünyada.

Bu tek hakkımızı da suç saymış bizden önce gelenler. Suç işlemişler, günah demişler. Yaşatmışlar, yaşamışız, öldürmüşler ölmüşüz. Nerede kaldı bizim üstünlüğümüz? İnsanlığımız, zekamız nerede kaldı?

Bitkiler, hayvanlar diledikleri zaman ölemiyorlarsa insan olmadıkları içindir.Ölmek asla şerefsizlik değil. Yalnız yaşamaktan korkanlar, yılgınlarmı ölmek isterler sanıyorsun?

Cesaret, başkalarına kötülük etme bahasına da olsa yaşamak mı? Cesaret, sürekli bir aldanmaya boyun eğmek mi? Durmadan aldatmak mı cesaret?

Kötü, korkunç bir dünya üzerinde yaşıyoruz. Bütün çabamız kendi kendimizi bitirmek ve son vermek insan nesline. Öyleyse bir adam eksilmiş olsa bu şuursuz kalabalıktan ne çıkar?

Hatırlıyor musun? Bir şiirimde:
“Bir yere kadar yaşamak güzel
Ama bir yerde ölüm güzel oluyor”
demiştim.

İşte bu gün ölümün o güzel olduğu yerdeyim.

Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - 12
Ölmedim işte. Ölemedim. Demek ki yaşamam gerekliydi. Bir gizli kuvvet olmalı bizi yaşatan. Yaşamakla ölmek arasındaki maceramızı düzenleyen çaresizliğimizi her yerde yüzümüze tokat gibi indiren bir büyük kuvvet olmalı.

Şimdi seni daha çok seviyorum. Meğer ölüm senin kadar güzel değilmiş. Şimdi güzelliğin daha yakıcı, daha alımlı. Bütün neden’ler senin için yaşamayı gerektiriyor şimdi.

Nasıldım , nasıldım o gece, o gün bilemezsin? Eski, taş binalar üstüme yıkılıyordu, başımda parçalanıyordu vitrinlerin camları. Her taşıt beni ezip geçiyordu yanımdan. İnsanlar alnımda yürüyordu çamurlu pis ayaklarıyla. Rüzgar gırtlağıma yapışmış bir el gibiydi. Kitaplar, dergiler, gazeteler gördüm boyalı dükkanlarda. Hepsi ölmek diyordu. Yalnız ölümdü gördüğüm kaldırımlarda.

Artık her şey boştu, yalandı.

Kirli bir çamaşırdı üzerimde yaşamak. Umutlarımı yitirmiştim. Arayıp bulacak gücüm kalmamıştı. Öylesine yorgundum, bitkindim. Ellerimi sevmiyordum, gözlerim utanç veriyordu gözlerime. Damarlarımdaki kan rahatsız ediyordu beni. Ölmek, gitgide bir umut haline geliyordu içimde. Büyüyor, büyüyordu.

Boşlukta bir tel gerilmeye başladı ... Gerildi, gerildi. Sonra kan rengi bir karanlığa düştüm. Duvarlar kırmızıydı, yerler, masalar, sokaklar, insanlar hep kırmızıydı, Ama karanlıktı yine, korkunç bir karanlıktı. Kırmızı sisler içindeydim. Dört yanım denizdi, kıpkızıl.

Sonra rengi değişti çevremin. Bulutlar dağılmaya başladı. İlk gün ışığı merhaba dedi pencereden, yeşil yapraklar el salladı . Bir adam uzun uzun öksürdü.

İlk ellerimi buldum vücudumda, derken ayaklarımı, gözlerimi, dudaklarımı, saçlarımı buldum.

Ve seni düşündüm. İşte o zaman yaşadığımı anladım, utandım.

Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR -13
Er geç beni affedeceksin. Bir şey beklemeden, bir şey istemeden affedeceksin. Sevgin seni oraya götürecek.

Düşe kalka ilerleyeceğin yollarda, taşlar kanatacak ayaklarını. Issız, karanlık ormanlardan geçeceksin yapayalnız. Sonra bir bataklık başlayacak gözün alabildiğine. Omuzlarına kadar yapışkan çamurlara saplanacaksın. Durmadan yağmur yağacak üstüne, iliklerine kadar ıslanacaksın, üşüyeceksin. Ahtapot elleri gibi uzun, pis sarmaşıklar dolanacak ayak bileklerine. Dört yanında kara bataklık kuşları dönecek çığlık çığlığa.

Geçmiş zamanı düşüneceksin. O bir daha yaşanılmaz günleri, geceleri düşüneceksin.

Bataklığın son bulduğu yerde zift gibi koyu bir gece başlayacak geçmiş gecelere benzemeyen. Yürüyeceksin, ağır ağır ilerleyeceksin zamanın ve gecenin ortasında. Keskin bir rüzgar çıkacak, merhametsiz kırbaçlar gibi parçalayacak yüzünü.

Sonra bir dağ yamacına varacaksın, bitkin ve perişan… Uzaklarda cılız bir ışık göreceksin. Sen yaklaştıkça büyüyecek, sıcak kollarıyla saracak seni. Fakat, sen o ışığın olduğu yere hiç bir zaman varamayacaksın ve bu gerçeği anladığın anda yıkılacaksın, korku ve ümitsizlik saracak yüreğini, ağlayacaksın.

İşte o zaman beni düşüneceksin, çektiklerimi, senin için katlandığım şeyleri düşüneceksin. Bulutlar dağılacak. Seni nasıl sevdiğimi, nasıl yüceleştirdiğimi, nasıl o erişilmez ışık haline getirdiğimi birer birer anlayacaksın.

Onun için beni affet demeyeceğim sana. Er geç anlayacak ve affedeceksin. Bunu biliyorum.

Karşılaşmamız kaderdi belki. Ama çektiğimiz çiledir, bizi birbirimize yaklaştıran, o korkunç ümitsizlik, büyük çaresizliklerdir.

Acılarımızı yitirmeyelim.

Ümit Yaşar OĞUZCAN

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR -14
İlk defa göz göze geldiğimiz anı hatırlıyor musun? Kaçamak bir buluşmasıydı bu gözlerimizin. Seni istiyordum, biliyordun... Bakışların duygulu, anlayışlıydı, özlemliydi zaman zaman. Bakışların bir şarkı söylüyordu hiç bilmediğim. Seni dinliyordum, bakışlarını dinliyordum.

Dağbaşında apansız karşıma çıkan bir pınardı sanki gözlerin. Eğilip su içmek istiyordum kirpiklerinin arasından. İçimde yaktığın ateşi söndürmek istiyordum. Ama o ateş gitgide büyüdü işte! Şimdi biraz da sen yan artık, benim yanacak yerim kalmadı.

İnanamıyorum sen var mısın? İnanamıyorum bir türlü. Tuttuğum ellerin mi? Öptüğüm dudakların mı? Kim bilir? Belki de yoksun, ben bir rüya görüyorum, biraz sonra uyanacağım. Herşey ansızın silinecek. Ne saçların kalacak ortalıkta, ne gözlerin. Yine kahredici yalnızlığıma döneceğim. Biraz daha yıkılmış, biraz daha sensiz.

O gün ilk defa seni gördüm. Düşün sen dünyaya geleli beri kaç yıl geçmiş aradan. Düşün ne kadar çok özlemiştim seni? Öyleyse hiç gitme ne olur? Vereceğin her kedere razıyım. Acıların en büyüğünü sen tattır bana, zehirlerin en şiddetlisini senin elinden içeyim. Ama gitme ne olur?

Dudaklarım kurumuştu, içim yanıyordu. Suya hasret, kurumuş bir ot gibiydim. Yağmur olup yağdın üstüme, yeşerdim, filizlendim. Sonra güneş oldun, hayat verdin bana, koku verdin, renk verdin. Şimdi bırakıp gidersen bir daha ve son defa yine kuruyacağım, dağılıp toz olacağım anlıyor musun? Çünkü senden sonra kimse gelmeyecek, biliyorum. Kimseler çalmayacak kapımı. Gidersen beni bana mahkum edeceksin, keşke ölsem diyeceğim o zaman, keşke ölsem!

Şimdi sendeyim, seninleyim, seni yaşıyorum. Beni bana bırakma!

Senden bir parçayım artık, belki de baştan başa sen oldum farkında değilsin. Beni bana bırakma!

Sen olduğun için mutluyum. Sen olduğum için de. İstersen ben olma. Hiç benim olma. Ama bırakma beni ne olur? Beni bana bırakma!

Ümit Yaşar OĞUZCAN

SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - 15
Gözlerine baktığım zaman susmanın bir sebebi olmalı. Bana kendini anlat. Korkularını, dileklerini söyle bana. Aşktan ne bekliyorsun? Dostluk mu? Al, istediğin kadar… Yüreğimi apaçık önüne seriyorum işte! Orada sevdiğin, istediğin ne varsa al, senin olsun. Sana arzularımın ötesinden sesleniyorum.

Aydınlık! Sen en güzel aydınlık! Bizi bırakma. Kalplerimizde girmediğin köşe kalmasın. Çek, kurtar bizi insan yaratılışımızın korkunç karanlığından. İçimizde, ta derinlerde kükreyen o vahşi hayvanı sustur. Düşüncemizi tırmalayan o kanlı pençelerden kurtar bizi. Unutulmuşların dünyasında biz unutmak istemiyoruz.

Hadi sevdiğim sen de aç yüreğini. Dostluğun o ölümsüz ışığı dolsun içine. Saçlarımı okşadığın zaman, annemin eli sanmalıyım ellerini. Dudaklarından yalnız aşkın hazzı değil, dostluğun doyulmaz içkisini de içmeliyim. Bana önce insanlığımı öğret, bana unutmamayı öğret. Seni hiç unutmak istemiyorum. Bilinmeyen içkilerin en zevk dolu sarhoşluğunda yaşayalım seninle. Kurtulalım bu korkulardan, bu çaresizliklerden.

Beni hiç unutmayacaksan sev, usanmayacaksan sev. Birlikte yaşayacağımız her dakika ömrümüzün bir yılına bedel olmalı. O dakikaları hatıraların sonsuz mezarlığına gömeceksek hiç yaşamayalım.

Önce zamandan kurtulmalıyız öyleyse, önce zamandan kurtulmalıyız. Birbirini yenilemeli saatlerimiz. Yarın bu günü aratmamalı. Yerçekiminden kurtulurcasına aşmalıyız zamanı seninle. O dost zamanı, o dostça zamanları.

Bana “gel” dediğin an; mesafeler de anlamını kaybetmeli. Yolları dakikalarla, günleri kilometrelerle ölçmemeliyiz. Beraberliğimiz, bütünlüğümüz hiç bitmemeli. O hiç sönmeyen dostluk ateşinin çevresinde hep böyle elele, dizdize olalım. Ne yağmur söndürmeli o ateşi ne rüzgar. Yüreklerimiz hep böyle ışıl ışıl olmalı alevlerinde.

Hadi sevdiğim, sen de aç yüreğini. Bana kendinden bahset. Hep ben ol, durmadan ben ol istiyorum. Dudaklarım kurudu bak! Bir yudum su ver güzelliğinin pınarından. Acıktım dersem iyiliğinle doyur beni. Üşüyorsam; yalnız dostluğunun ateşinde ısınsın ellerim.

Benim olma demiyorum. Ama önce ben ol. İnan, ben hep senin olacağım, baştanbaşa sen olduğum için.

Aşkta kaybettiklerimizi dostlukta tamamlayalım. Gel, aydınlık, bizi bekliyor...

Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR -16
Artık aldanmak istemiyorum. Beni sevgilerinin ölümsüzlüğüne inandır, korkulardan, şüphelerden kurtar. Hiç aldanmamışların o engin iç rahatlığına hasretim. Ayıkla, arıt beni. Bütün insanlar aldanıyormuş, sürekli bir aldanmaymış yaşamak... Ne çıkar? Ben artık aldanmak istemiyorum ya! Sen ona bak... Onun için seni erişemiyeceğin bir yere çıkarmayacağım, olduğun gibi seviyorum seni. Olmanı istediğim gibi değil! Hiç olamayacağın gibi değil. Neredeysen orda dur. Nasılsan öyle kal.

Bütün mevsimleri bir günde, bütün yılları bir mevsimde yaşamaya razıyım seninle. Yanımda olduğun zamanlar nasıl apaydınlık oluyorum, nasıl içim huzurla doluyor, görüyor musun? Gözlerimin derinliğine bakma; başın dönmesin. Gelecek günleri düşünme, korkma büyük hazlar yaşamaktan. Erişemeyeceğin hiç bir mutluluk yok. “Yaşadım” diyemeyeceğin hiçbir günün olmayacak benimle.

Hiç aldatma beni, hiç yalan söyleme. Bir gün aldatsan bile; aldandığımı senden öğrenmeliyim önce. O zaman ölsem de mutlu ölürüm, inan. Biraz da olsa inanmış ölürüm.

Aldanmak... En büyük yıkıntısı iç dünyamızın. Aldanmak… Ses veren üç telimizden birinin kopması. Aldanmak o en son, fakat en keskin kabullendiğimiz gerçek. Sen hiç aldatma ne olur? Yıkılışım da sevgim kadar büyüktür benim. Bırak kalbimden ses veren bütün teller ben yaşadıkça sana inanmayı söylesin. Sana kayıtsız şartsız inanmak olsun; bütün kazancım yaşamaktan. O zaman herşeye katlanırım. Korkulardan, endişelerden uzakta her saniye yaşadığımı bilirim. Çaresizlikler beni korkutmaz. Şu aşağılık dünyanın hiçbir acısı seni sevmeyi unutturamaz bana artık.

İnanmak; seni düşündükce söylediğim bir şarkı olmalı dudaklarımda. İnanmak; gökyüzünün en karanlık zamanında bile görebileceğim bir yıldız olmalı. Dağlardan, denizlerden esen serin rüzgarlar gibi, senden gelen birşey olmalı inanmak. Kimi gün kalem olmalı parmaklarımda, kimi gün kulağımda musiki, gözlerimde ışık olmalı. İçtiğim suda, yediğim ekmekte sana tüm inanmanın tadını duymalıyım. Her sabah ilk ışık sana inanarak yaşayacağım mutlu bir gün getirmeli bana. İşte o zaman yokluğuna bile dayanabilirim, özlemlerim daha derin bir anlam kazanır. Seni beklerken şüphelerin o kahredici zehiriyle, geciktiğin her saniye bir defa ölmem.

Artık aldanmak istemiyorum. Seni aldatmak zevkinden sonuna kadar mahrum edeceğim. Beni aldatmanın acısını da sevincini de hiç tattırmayacağım sana. Çünkü, aldattığın zaman; yemin ediyorum yeryüzünde olmayacağım. İnanmışlığım ölüme kadar sürsün bırak.

Zarımı son defa senin için atıyorum.

Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - 17
Soruyorum, susuyorsun. Ben sükutun bu kadar anlamlı olduğunu bilmezdim. Bütün sorularımın cevabını bir bakışla veriyorsun, kah bir gülüşle. Zaman zaman gözlerinin içinde eriyip kaybolduğumu hissediyorum.Yanımda olmadığın günler, geleceğin güne hazırlıyor beni. Yokluğuna böyle dayanabiliyorum. Karanlıklar içinde her dakika gözlerinin aydınlık bakışlarıyla doluyor içim. Aradığım her şey orada. Cevapsız kalmış bütün soruları gün ışığına çıkarıyor gözlerin.

Bekliyorum, geliyorsun. İşte diyorum yaşamak bu. Sevmek, seni sevmekten başka bir şey değil. Hiç kimseyi bu kadar özlemle beklemedim. Bu kadar inanmadım hiç kimsenin geleceğine. Onun için bir gün gelmeyeceğinin korkusu kahrediyor beni.Geleceğin mutlu ana yaklaşan her dakika yaşamaktan güzel, geçen her dakika ölümden acı...

Fakat gelişin her şeyi unutturuyor. Sıkıntılı öğle sonları günün en yaşanmaya değer saatleri oluyor sen gelince. Kızgın bir güneş altında bana karlı dağ yamaçlarının serinliğini getiriyor ellerin.

İstiyorum veriyorsun. Verdiklerin bir bakıma iflası oluyor saadet anlayışımın. Böylesine büyük hazların hayal bile edilemediği bir dünya üzerinde özlenecek başka saadetin kalmadığını düşünüyorum. O zaman her şey siliniyor gözlerimden. Sensiz bir yarının değersizliğini, çekilmezliğini daha iyi anlıyorum. Huzur seninle kayboluyor, bütün sevinçler seninle gidiyor, sensiz bir kanlı gömlek gibi giyiyorum üzerime yaşamayı. Çaresizlik hiç bir zaman sen yanımda olduğun anlardaki kadar kötü ve merhametsiz olmuyor. Yine de her öpüşümde bana ilahlara has bir güç, bir büyük huzur veriyor dudakların.

Ağlıyorum. Gidiyorsun. Ama sen gözyaşlarımı görmüyorsun ki! Ayrıldığımız yerde başlıyor yıkıntım. Kalabalık bir caddede, vapur iskelesinde ya da bir kapı önünde; nerede olursa olsun ayrılığın bir tokat gibi iniyor yüzüme. Kocaman, sivri bıçaklar gibi delik deşik ediyor vücudumu. Her yer kan oluyor. Artık dayanamıyorum, artık dayanamıyorum. Ağlamak bile kar etmiyor. Ben bu acılara, ben bu sürekli ölümlere önceden razı oldum. Şikayete hakkım yok, biliyorum. İsyan etmem faydasız. Kendi kaderinin çizdiği yolda yürüyor ayakların.

Yazıyorum, okuyorsun. Kimbilir ne dayanılmaz acılar içindesin sen de? Nasıl her yerini, orada bir sigara söndürülmüşcesine yakan özlemler içindesin. “Mümkün olsa hep yanında kalırdım” diyorsun. “Hiç senden ayrılmazdım, hep senin olurdum” diyorsun. İşte onun için sana hiç kızamıyorum ya! Bütün isyanım çaresizliklere, bu kahpe imkansızlıklara. bu mesafelere. bu zamana ve bu bizi çepçevre kuşatan insanlara, onların pis kurallarına, beş para etmez inançlarına.

O demir parmaklıklara, ağır kapılara, kalın zincirlere, o merhametsiz, çirkin gardiyanlara rağmen seni seviyorum. Anlatamıyorum.

Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - 18
En güzel beraberlik seninle olmak diyorum, nasıl en korkunç yalnızlık sensiz olmaksa... Biraz önce buradaydın. Aradan geçen zaman henüz kokunu bile dağıtamadı. Oturduğun koltukta ağırlığının izi duruyor. Dokunduğun her yerde sıcaklığın var, baktığın her şey de aydınlığın.

Gittin mi? Ben şimdi yalnız mıyım? Duvarlar üzerime yıkılıyor, yüzümde parçalanıyor aynalar, resim çerçeveleri. Tarifi mümkün olmayan bir boşluk içindeyim. Gözlerim kapıda, belki yine gelirsin diyorum. Uzaktan ayak sesleri geliyor. Sen değilsin gelen biliyorum, ama yine de bir ümit var içimde vazgeçemediğim.

Bir sigara yakıyorum ve seni arıyorum dumanın havada çizdiği şekillerde. Sonra ne yapacağını bilemeyen ellerime bakıyorum bir zaman. Ellerim hala ayrılırken ellerine temas etmenin hazzı içinde şaşkın ve kararsız. Oysa , o ellerle şimdi şiirler yazabilirim senin için, sana yokluğunun dayanılmazlığını anlatabilirim.

Zaman hayli ilerledi. Evine varmış olmalısın. Kulağım telefon sesinde. Beni aramanı bekliyorum. Telefonun her çalışında umutla uzanıyor ellerim ahizeye. Oysa hep bir başkası çıkıyor karşıma. Kahroluyorum. Senden başkasının varlığına değil, sesine bile tahammülüm yok artık. Ağır dayanılmaz saatler geçiyor. Nihayet senin sesin telefonda. Beni anlayan, o özlemli kısık sesin. “Nasılsın” derken bile yüreğimi heyecanla dolduran, kanımı tutuşturan sesini işitmenin sevinci sarıyor her yerimi. Hiç bitmesin istiyorum konuşmamız. Senden başka bir şey düşündüğüm yok, dünya umurumda değil. Konuşuyor konuşuyoruz ve “Allahaısmarladık” diyorsun. Sana düşündüklerimi söyleyemiyorum. “Ne olur, yine gel ve hiç gitme artık” diyemiyorum. Boğazıma bir şeyler düğümleniyor. Ellerimde soğuk, hissiz bir aletle yapayalnız kalıyorum. Sesin yerine çıldırtan bir uğultu kulaklarımda. Biraz önce sesini bana ileten telefon düşmanım şimdi. Hırsla ve kinle bakıyorum bir zaman.

Sonra sevdiğin bir plağı çalmak geliyor aklıma. Birden seviniyorum. Herşeye rağmen yine seninleyim, ne iyi. Beşinci senfoniyi dinliyorum. Odayı orkestranın güçlü, tanrısal sesi dolduruyor. Hiç ayrılmadığımıza ve ayrılmayacağımıza inanıyorum. Yüzyılların ardından bir Beethoven sesleniyor, isyan ediyor zamana. Ve sonra bir başka plakta Schumann ağlıyor, ben ağlıyorum, uzaklarda sen ağlıyorsun. Aşkın ve sanatın ölümsüzlüğüne bir kere daha inanıyorum.

Artık seni sevdiğime pişman değilim.

Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - 19
“Duyarlarsa” diyorsun. Duysunlar ne çıkar? Seven insanın bir suçlu gibi ezik olması neden? Sevmek ve sevilmek hakkımızı kullanıyorsak bundan kime ne? İnsan olarak aşktan başka övünecek neyimiz kaldı? Erdem yalan söylemek mi? Hırsızlık etmek mi? Katil olmak mı ? Yoksa esirleri fırınlarda yakmak mı erdem? Bir milletin gençliğini savaş meydanlarında yok etmek mi? Yalnız sofular mı erdemli bu dünyada? Çıkarını düşünenler mi namuslu? Aşka saygı duymayanlar utansın yaşadıklarına, sevenler değil.

“Görürlerse” diyorsun. Oysaki kimse görmeyecek seninle seviştiğimizi. Bu doyulmaz zevki kimseye tattırmayacağız. Seni benden başka hiç kimseyle paylaşmaya razı değilim. Zaten sen bir bütünsün; bölünemezsin, paylaşılamazsın ki! Ben hep sevdim sana gelinceye kadar. Seni sevmeye hazırladım kendimi. İlk sevdiğim değilsin elbette, ama son sevdiğim olacaksın.

Seni tanımadan önce yalnız sevmenin hazzıyla doluydu yüreğim, gururluydum, çünkü; seven bendim. Yalnız benim hakkımdı sevdiğimi yüceleştirmek, onu erişilmez yapmak, ölümsüz kılmak benim hakkımdı. Sevildiğimi, hele senin tarafından sevildiğimi anladığım anda gururum yok oldu. Aşkının büyüklüğü karşısında eridiğimi hissettim.

“Anlarlarsa” diyorsun. Anlasınlar umurumda değil. Keşke anlayabilseler… Herkesin seni olduğun yerde görmesini, bilmesini isterdim. Ben sende yaşamanın kavramını buldum. İç aleminin sonsuz hazinelerini önüme serdiğin zaman anladım yaşadığımı. Güzelliğinin manyetik alanından dışarıya çıkamaz oldum.

Hiç bir şeyden çekinme artık. Bak! Şimdi seninle vardığımız o yerde kimseler yok. Yıldızların erişilmezliğinde, duyguların sonsuzluğundayız. Zamanı aştık, en güzeli kendimizi aştık seninle.

Onun için şimdi ilk defa beni sevmek hakkını sana tanıyorum. Anla, seni ne kadar sevdiğimi.

Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - 20
Nerdesin? Günler var ki beni aramadın, yazmadın. Senden gelecek bir mektubu bekledim boşuna. Önceleri içim umutla dolu, postacının kapımı çalmasını bekledim.Satırlarınla aydınlanmasını bekledim bu karanlığın. Saatler saatleri, günler günleri kovaladı. Git gide büyüdü verdiğin yalnızlık, yüreğim kahırla doldu. Ümit etmenin mutlu heyecanları, yerini tarifsiz bir hüzne bıraktı. Kocaman, kalabalık bir şehirde yapayalnız kaldım işte.

Nerdesin? Beni unuttun diyemiyeceğim, unutmadığını biliyorum. Ama düşün ki, benden uzaklaştığın her kilometre, sana olan sevgimi bir kat daha arttırdı. Senden başka bir şey düşünemez oldum. Geri döndüğün zaman , eminim şaşıracaksın. Böylesine mesafelerle büyüyen, zamanla derinleşen bir aşkın karşısında olmak kim bilir ne kadar değiştirecek seni…

Yüzünde pembelerin en güzeli, gözlerinde ışıkların en parlağı ile sevilmenin çok çok sevilmenin hazzını yudum yudum içeceksin. Sevilen bir kadının mutluluğunu seyredeceğim sende. Sevdiğim kadının ölümsüzlüğünü yaşayacağım.

Nerdesin? Dün evinin önünden geçtim. Perdelerin kapalıydı, dolu doluydu gözleri pencerelerin. Kapın sanki bir daha hiç açılmayacak gibi kapanmıştı sokağın yüzüne. Kim bilir odalar , eşyalar ne haldeydi sensiz. Her dakika ayaklarının güzelliğiyle mest olan halılar ne yapıyordu şimdi? Ya kokuna ve sıcaklığına alışmış yatağın ne haldeydi? Baktım sen yoktun, duvarlar kararmıştı. Sokağından yaşayan bir ölü gibi geçtim ve bir hüzün anıtı halinde bıraktım evini.

Nerdesin? Meğer ne doldurulmaz bir derinlikmiş yokluğun. Kaderde bu sensizlik de varmış. Her insanın yüzünde sana benzeyen bir şey aramak da varmış. Sesini duymak varmış şarkılarda. bütün kitaplarda seni okumak varmış. Meğer ne dayanılmaz bir şeymiş yokluğun. Kağıtlara seni yazmak varmış, renk renk düşünmek varmış seni, çiçek çiçek koklamak varmış. Artık hiç yazmasan da olur hiç gelmesen de… Meğer ne türlü bir ölümmüş yokluğun.

Bir daha nerdesin demiyeceğim. Bendesin artık. Dudaklarımın değdiği kadehlerdesin. Serin yağmurlar getiren bulutlardasın. Kah denizlerdesin, kah rüzgarlardasın. Uzaktasın ama yine bu şehirdesin.

Gittiğine inanmıyorum. Gel demiyeceğim.

Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR -21
Kalabalığın arasında bir Robenson gibiyim. Oysa çevrem her çeşit insanla dolu. Kimi gösterişli, alabildiğine mağrur, kimi ezik ve yılgın. Kimide boş vermiş her şeye gününü gün etmekten başka düşündüğü yok. Şu adamı geçen yıl tanıdım; söylediğine bakılırsa beni hiç kimse ondan fazla sevemezmiş. Oysa ki istediği fiyat verilirse dostluğunu derhal satmaya hazır olduğunu biliyorum. Fakat bile bile aldanmak da güzel. En feci şey insanın artık aldanmayacağı yere gelmesi. İşte ilk ölümümüz orada başlıyor.

Ya öteki adam? O da dediğine göre en sadık ve vefalı dostlarımdan birisidir. Yanındayken bana iltifatlar yağdırdığına bakmayın. Ben gider gitmez arkamdan atıp tuttuğunu biliyorum. Fakat derim ya bile bile aldanmak güzel. İşte bir başkası daha: Her halinden, samimiyet fışkıran bir adam. Karşılaştığımız yerde en gürültülü bir şekilde sevgisini açığa vurmaktan hoşlanır. En büyük zevklerinden birisi de beni dostlarıyla tanıştırmaktır. Bundan aşırı bir gurur duyar. Fakat söylemediğim sözleri yapmadığım şeyleri uydurup yaymakta da bir eşi yoktur bay Samimiyetin.

Ve daha niceleri bay Canayakın, bay Hüsnüniyet, bayan Şiir Sevgisi, bayan Hayranlık, hepsi hepsi benim dostlarımdır. Bir dediğimi iki etmezler görünüşe bakılırsa. Oysa ki ben her zaman her yerde yalnızımdır. Bir çok şölenlerde benim yerime adım oturur sandalyeye. Bütün ilgi adıma karşıdır. Adım sevilir adım övülür, adım alkışlanır. Sen yalnızlığın bu türlüsünü bilmezsin. Çepçevre bir ilgi çemberi ile sarıldığı anda kişinin aslında nasıl bir yalnızlık kuyusuna düştüğünü göremezsin. Ün yapışık kardeş gibidir. Kurtulamazsın kaçamazsın ondan. Kendi hayatını yaşayamazsın.

Sen bile beni yalnız ben olduğum için sevemezsin artık. Adımı benden ayıramazsın. Çevremdeki bütün insanlar aslında büyük yalnızlığımın şahitleri bence. Ya da oynadığım yalnızlık dramının seyircileri. Gözlerinden anlıyorum, biraz sonra hepsi sıkılmaya başlayacak, birer birer terkedecekler salonu. Perde indiği zaman birkaç meraklıdan başka kimse kalmayacak.

Sen yalnızlığın bu türlüsünü bilmezsin işte. Ve asıl bilmediğin en büyük yalnızlık da senin verdiğin yalnızlıktan başka bir şey değil. Senin yokluğundan gelen o yalnızlık olmasa, öbür yalnızlıklar bana bu kadar koymazdı.

Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR -22
Senin için zalim dediler, demek zulmün de bu kadar güzeli olurmuş diye düşündüm. Oysa bütün zalimlere karşı kinle doluydu içim. Ben hiçbir zulme baş eğmedim, zalimlerden yana olmadım.

Seni en istediğim anda gelmemen, geldiğin zaman da bana acıların en büyüğünü tattırman belki zulümden başka bir şey değil. Fakat ne yapayım ki onu bile yakıştırabiliyorsun. Çoğu zaman nasıl olsa öldüreceği avına gururla bakan bir panterin vahşi bakışı var gözlerinde. İçinde ta derinde zulmün kıvılcımları yanıp sönerken bile sana kızamıyorum, senden nefret edemiyorum. İnsanı büyülüyorsun. Baş döndüren güzelliğinin karşısında asıl büyük zalimin Tanrı olduğunu düşünüyorum ister istemez.

Senin için “yalan söylüyor” dediler. Kimse farkında değil dudaklarında yalanın ne kadar güzelleştiğinden. Yalansız bir seni düşünmeye imkan var mı? Senden gelen senin dudaklarından çıkan bütün yalanlara razıyım. “Seni seviyorum” dediğin zaman, yalan söylemiş olsan bile, bu sözü bütün gerçeklere değişmeye hazırım.

Hiç bir yalan bu kadar sevimli ve manalı olmamıştır dünya kurulduğundan beri. Yalan; senin dudaklarında aydınlık, pembe şafaklara benzer. Sen yalan söylerken gözlerin, gökyüzünün sonsuz karanlığında parlayan yıldızlar gibidir.

Sen söylediğin yalanlarla varsan; ben bütün gerçekleri senin bir tek yalanına feda edebilirim. Sana “yalan söylüyor” diyenler; eşşiz dudaklarında yalanın ne kadar güzel olduğunu bilmeyenlerdir.

Sana “kalpsiz” dediler. Üç milyar insanın yaşadığı bir dünyada çarpan bir tek kalp varsa o senin kalbindir. Bir tek kalp varsa; iyilik diyen, güzellik diyen, aşk diyen o senin kalbindir. Bir tek kalp varsa yeryüzünde beni seven yine senin kalbindir o.

Bütün zulümlerine, bütün yalanlarına rağmen beni sevdiğini biliyorum. İkimizi çepçevre kuşatan çaresizlikler içinde kalbin hala çarpıyorsa beni sevdiğin içindir. Yoksa aslında bu yalan ve zalim dünyada yaşanmaya değer bir tek dakikanın bile var olduğuna inanmak gerçekten imkansız bir şey.

Aşkın seni sevmek olduğunu benden başka bilen varmı söyle? Seni zulümlerinle, yalanlarınla kim bunca ilahlaştırabilir söyle?

Söyle, sevdiğim benim, ömür boyunca seveceğim benim; zulümsüz, yalansız bir dünyada yaşanır mı söyle?

Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - 23
Seni kıskanıyorum. İçimde gururdan eser yok artık. Kıskançlığımın başladığı yerde yüreğim tertemiz oldu, aydınlandı, pırl pırıl şimdi. Gururum, zaman zaman benliğimi saran kendimi beğenmişliğim, güvenim ve inançlarım; hep seninle yaptığım savaşta yenildiler. Bir kıskançlık hissi kaldı içimde dipdiri ve her zamankinden daha güçlü. Kazandığın savaş onu da yenebildiğin anda bir zafer olacak, ancak o zaman “kazandım” diyebileceksin.

Fakat ben o duygunun, bende fethedemediği o son kalenin asla düşmeyeceğine inanıyorum. Bütün çabaların boşa gidecek, seni sevdikçe kıskanacağım. Bir gün beni sevmemen bile bu savaşa tesir etmeyecek. O zaman asıl büyük yenilgiye doğru sen gideceksin. Sevgimi karşılıksız bırakman bana attığın son kurşun olacak. Açacağın büyük yaraya rağmen yıkılmayacağım, ölmeyeceğim anlıyor musun? Yine seni sevmeye, yine seni kıskanmaya devam edeceğim.

Beni tanımadan önce yaşadığın yıllar var ya; onları da kıskanıyorum. Düşün bensiz yaşayacağın bir dakikaya bile tahammülüm yok artık. Bir gün güzel bileğindeki küçük saati parçalayabilirim, bensiz bir zamanı sana bildirdiği için. Mümkün olsa bütün o dakikaları, o günleri sana yeniden yaşatmak isterdim.

Sana kıskanılmış zamanlar, mesafeler ötesinden seslenmek ne acı bilemezsin. Seni gören, güzelliğini arzulu bakışlarla seyreden insanların da bu dünyada yaşadığını düşünmek ne korkunç bir şey anlayamazsın. Hele seni başkaların da sevdiğini ve seveceğini bilmek ne türlü bir ölümdür düşünemezsin.

Kıskançlığım bir hayvanın dişisini kıskanması değil. Mayamızda olan arzunun ötesinde bir şey bu. Ebediyyen sahip olmak hissinin çok üzerinde bir ölümsüzlük çabası, bir sonsuzluk duygusu...

Seni kıskanıyorum. Verdiğin huzursuzluğa rağmen bir kadını kıskanmanın büyük huzuru içindeyim. Oysa ben seni tanıyıncaya kadar kıskançlığı daima ilkel bir duygu olarak düşünür, reddederdim. Bu davranış belki de o güne kadar kıskanılmaya senin kadar değer bir insanı tanımamış olmanın verdiği eziklikten gelirdi.

Şimdi o ezikliğin yerine bir kabına sığamamak var içimde, taşmak var. Sevginle tamamlandımsa verdiğin kıskançlıkla bütünlendim.

Hep böyle kıskançlığımı besleyecek kadar güzel kal...

Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR -24
Ne seni unutabiliyorum , ne senden kalanları.. Başımın içinde bir kanser tümörü gibi büyüyor büyüyorsun. Seni unutamamanın verdiği acılara dayanamıyorum artık. Unutamamanın bu kadar kahredici, çıldırtıcı olduğunu bilmezdim. Her yerde, her zaman benimle birliktesin, işin kötüsü her şey seni hatırlatıyor. Kalabalıkta gelişigüzel söylenmiş bir söz bile yetiyor seni düşünmeme. Yalnızlığımda ise sesin kulaklarımda çınlıyor. Avuçlarının serinliğini hissediyorum alnımda. Yaşanmış zamanlar bir film şeridi gibi geçiyor hafızamdan. Anılarımızı en küçük noktasına kadar birer birer hatırlıyorum. İşte o zaman; bu seni unutamayan başı, duvarlara vura vura parçalamak geliyor içimden.

Renklerin, kokuların, seslerin ve ışığın bile seni hatırlattığı bir dünyada yaşamak, harikulade bir şey olurdu belki… Ama sen de unutmasaydın. Beni unutmadığını sevdiğini bilsem her şeye katlanırdım. Unutamamanın biriktirdiği o dayanılmaz acılar, unutulmamanın vereceği eşsiz mutluluğun içinde erir, kaybolurdu.

Sevmek bir bakıma unutamamaya mahkum olmaktır. Sevilmemişsek; bir de unutulmaya mahkum oluşumuz var en hazini. İnsan, unutabildiği kadar güçlüyse; unutamadığı ölçüde yıkık ve ezik kalıyor.

Beni sev demiyeceğim, ama onu da sevmemeliydin. İkimiz de olduğun yerden çok uzağız. Güzelliğinin, büyüklüğünün yanında biz neyiz ki? Unutulmak; ikimize de kadehlerden tattıracağın bir içki olmalıydı. O içkinin sefil sarhoşluğu içinde seni düşünmeli, hep seni özlemeliydik. Unutamamak, sarhoşluğumuzu kamçılayan bir kırbaç olmalıydı. Gitgide işleyen, büyüyen bir yara olmalıydı tenimizde. Unuttuğunu her ikimizde bilmeli, fakat seni hiç unutmamalıydık. Oysa şimdi unutulan da benim, unutamayan da…

Ancak, bir kurşun atımı uzaktasın benden, biliyorum ve ciğerlerime saplanmış bir kurşun gibisin hala. Seni çıkarıp atmak da elimde değil, sana gelmek de... Gelebilsem ne değişecekti ki? Beni hatırlayacak mıydın? Hatırlasan da sevinecek miydin gelişimden? Gözlerinin içi gülecek miydi? Hiç konuşmadan “ben de seni özledim” diyebilecek miydi ellerin? Hayır, değil mi? Öyleyse hiç gelmeyeceğim sana. Böylesi daha iyi.

Gün oluyor; seni unutabilmek için bu şehirden çok uzaklara gitmek istiyorum. Sokaklar, evler, caddeler, vitrinler seni hatırlatmasın diye.

Gün oluyor; anlıyorum senden ve bu şehirden kaçmanın faydasızlığını… Çünkü; biliyorum nereye gitsem benimle geleceksin, ya da gittiğim her yerde senden bir şey olacak.

Sen unuttun fakat unutulmadın. Bense unutulduğumu biliyor, fakat unutamıyorum. İnan, unutabildiğim gün seni yeniden ve daha çok sevmeğe başlayacağım...

Ümit Yaşar OĞUZCAN


SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - 25
Bugün bendeki resimlerini ve mektuplarını yakıyorum. Küllerini sana göndereceğim. İşte! Hepsi önümde duruyor. Şu resim çekilirken karşında ben vardım, hatırladın mı? Üzerini “Seni daima seveceğim” diyerek imzalamışsın. Bu seni en çok anlatan resimdi biliyorum. Bana en yakın olduğun resimdi... Karşında ben vardım, gözlerin gözlerimdeydi... İçin benimle doluydu, bakışların gibi. Önce bu resmini yakacağım, bu en çok sen olan resmini. Sonra da diğerlerini yakacağım. Hepsi birer birer kıvrılıp kül olacak sonunda. Ya mektupların? Her birini çok çok öptüğüm mektupların... Satır satır içimde çakılı duran mektupların. Onlar da yanacak. Senden madde olan hiçbir şey kalmasın istiyorum bende.

İçimde bıraktığın eziklik yeter artık. Artık seninle değil, verdiğin acılarla avunacağım. Seni bütün arzuların üzerinde, bütün özlemlerin ötesinde seveceğim artık. Sensiz bir dünya yaratacağım senden. Dünya duracak ama sen durmayacaksın. Zaman bitecek, ama sen bitmeyeceksin. Bir gün bütün çiçekleri solacak bahçelerin, yıldızlar ışık vermeyecek, güneş doğmayacak hiç. Ama sen solmayacaksın, sen eksilmeyeceksin. Seni maddenin dışına çıkarıyorum. Ölümsüzlüğün kapılarını açıyorum sana. Anlamıyor musun?

Daha düne kadar her yerini ayrı ayrı seviyordum. Ellerini tuttuğum zamanlar ürperirdim, başım dönerdi gözlerine bakınca. Dudakların her öpüşte yeniden dünyaya getirirdi beni. Al işte, hepsini sana bırakıyorum. Güzelliğin de senin olsun dişiliğin de...

Göreceksin, bir gün her yerin şu mektuplar, şu resimler gibi kül olup dağılacak. Bir tel bile kalmayacak saçlarından. Niceleri gibi sen de göçüp gideceksin bir gün. Önce güzelliğin terk edecek seni. Ellerin buruşacak, belin bükülecek, ak pak olacak saçların. Boş bir çuvala döneceksin. Sonra, aynaya bakınca bugün çok güvendiğin güzelliklerinin de seni birer birer bıraktığını göreceksin. Gözlerinde o vahşi pırıltı kalmayacak, bütün ateşi sönecek dudaklarının.

Ama ben o halinle bile seni terk etmeyeceğim. Çünkü benim içimde hep bugünkü gibi kalacaksın. Taptaze, sımsıcak ve korkunç güzel! Yalnız benim gözlerimde bir manası olacak bakışlarının. Ben yok olduğum zaman da satırlarımda yaşayacaksın. Hiç ihtiyarlamadan, hiç değişmeden, hiç tükenmeden... Adım adınla anılacak, adın adımla...

Mektuplarınla resimlerini yakacak gücü kendimde bulamasam, o zaman da kendimi yakardım. Şu herkeste seni gören gözlerimi, şu her yerde sana koşan ayaklarımı ve şu her zaman sana yazan ellerimi yakardım. Tenimden yükselen alevler ta Allah’a kadar uzanır, ona çaresizliğimi anlatırdı.

Seni güçsüz, zayıf bir insan tarafından sevilmenin hayal kırıklığına uğratmamak için, şimdi benim yerime, senden kalanları yakacağım. Ben yaşadıkça, varlığım bütün çaresizliklere meydan okuyacak.

Unutma; seni sevdiğim için ölebilirdim, seni sevdiğim için yaşayacağım.

Biraz sonra mektuplarınla resimlerini tutuşturacak bir kibrit çöpü gibi çekiliyorum hayatından. Her şeyiyle onu sana bırakıyorum. Hayatın senin olsun. İstersen hayatım da.. Ama sen kendinin bile olamayacaksın artık… Ben yaşadıkca, adım söylendikçe...

Seni bensizliğe ve kendimi sana mahkum ediyorum.

Ümit Yaşar OĞUZCAN


Devamını okuyun...>>

11 Ocak 2008 Cuma

ÜŞÜYORMUYUM BİLMİYORUM




Yok denilen yerde çıplak göz yaşlarına bürünür gecedeki varoluşum....Kalın örülmüş hırkasından ayrılmış, yönünü şaşırmış herzaman içime akan göz yaşlarımla tanıştım bu gece....Süzüldüler yanaklarımdan nekadar sıcak bir okadar da soğuklarmış...İçten çıkan duyguların ısısı yangını süzülürken yanaklarımdan varoluşu tamamlanır tamamlanmaz soğuk dünyanın soğuğunu hissettiriyor insana.....Her akan yaşta ben mi aktım acılarım mı aktı yoksa üşüdük mü beraber bilmiyorum... Kurumuş bir karanfile sinmiş sıkıştırıldığı kitap arasındaki sayfaların kokusu gibi saman kokan geçmişin birikimlerini kıyamadım silmeye ..Yolunu bulsun istedim öksüz yüreğim gibi ...Bekledim savrulası bir rüzgarda esmedi benden gelen bana değdi ....Sessiz haykırışların sulu yansıması yanaklarım gibi kalbimide üşüttü ...Kimler terkettiyse hayallerimi geçmişimi zaten gideceklermiş, onlar giderken gittikleri yollar göz yaşlarımla suladım....Hayırlısı ile gitsinlerde birdaha gelmesinler....Çocukluğumun Emirgan Parkı yüreğim sonbaharı yaşıyor...Sararmış yapraklara binmiş göz yaşlarım yağıyor bu gece ....Her damlada hafifliyormuyum yoksa üşüyormuyum bilmiyorum....
Agnus....


Devamını okuyun...>>

GEÇMİŞTEN GELEN



Annem çağırdı geçen gün eskilerden birşeyler toparlamış sen bak içinden alacakların varsa al yoksa kızım verelim dedi kalmasın... Aslında şöyle bir bakınca dokununca ozamanlara götürecek eşyalar küçük gümüş büfe süsleri, benim 1. sınıf abaküsüm, bazı kutular ahçap kimi zaman annem takılarını koyardı içine, sararmış bazı işlemeler ve çok sayıda kitap birde birde benim içinde küçük dünyalar biriktirdiğim kumbaram :D
Sanki onu görünce eskiyi gördüm...Amcamın o bankada işe başladığı ilk zamanları, elinde kutuda getirdiği bu ilk kumbaramı iki tane anahtarını.... Ne çok sevinmiştim bir tarafından kağıt para diğer tarafından demir para atardım içine :D çok param olurdu benim öyle anımsıyorum paralarım sığmazdı bu kumbaraya ...Ozaman gözüme büyük gelirdi ama sanırım paralar daha büyükmüş şimdi nasılda küçülmüş....
Şöyle aldım elime salladım içinden yumuşak bir ses geldi ...Para değil de neydi ki bu normalde önemsemem ama açayım dedim...
Açtım ve içinden yara kabuğum çıktı.....
Sanırım altı yaşlarımdaydım sürekli düşüp hep sol dizimde olan yaranın kapanmasına izin vermiyor sürekli aynı yeri sıyırttırıp kanatıyordum ....Birden sol dizime baktım .. Aynı yere defalarca düşünce iz kalmıştı ve kabuğu elimdeydi....Bu kabuğu tutması ve düşmesi için o kadar çok beklemiştim ki sonra incecik tutan yerinden koparıp saklamıştım :D
Küçücük bir yara kabuğu sayesinde neler düşünmedimki ....Babamı, sokağımızı, düştüğüm yerleri, tentürdiyot sürdürmem diye dizim kanaya kanaya kaçmalarımı, sargı bezini çözüp kabuğa hadi nolur çabuk düş sokağa çıkıcam ben çıkamıyorum demelerimi :D
Geçmişten gelen bir kumbara ve paradan değerli bir birikim yara kabuğum ......Unuttuk sandığımız herşey aslında aklımızda. Saklı kuytularda uyuyorken küçük karşılaşmalardan büyük geriye gidiş serüveneleri hoş olmuyorda değil ....Kendi kabuğunuzu bulmanız dileklerimle
Agnus....


Devamını okuyun...>>

MIZIKMIYORUM



MIZIKMIYORUM
Yok öle hayata mızıkmak diyorum kendime
Kendini kapıp koyuvereceğin aşkları düşün
Sonrasındaki acılarını
Mükemmel bir 8mm film içinde
8,5 tuğla ses geçirgenliğinde
Şimdi camları kırma zamanı...
Elimde sapan,
Cebimde dizili cephane taşlarımla
Yaramazlık dozu şırıngalıycam bünyeye

Eh! beklesin artık aşk acısı napalım...
Ben aldım izni mutluluk
Artık mızıkmıyorum
Mutluluk pabucu yarımmm
Çık dışarıya oynıyalımmm
Agnus...


Devamını okuyun...>>